10 Şubat 2018 Cumartesi

Kaygı ve Suçluluk: VII. Bölüm

Kitabın, Ontolojik Açıdan Kaygı ve Suçluluk, adındaki 7. bölümün özetidir.

Kaygı, zevk ve üzüntü gibi bir duygu değildir. Ontolojiktir.
Kaygı esas olarak, varoluşun kendisine yönelik bir tehdit bulunduğunda ortaya çıkar.

“Kaygı bireyin, varoluşunun imha edilebileceğine, kendini ve dünyasını kaybedebileceğine ve ‘hiç’ olacağına dair farkındalığın oluştuğu öznel haldir.”

Kaygı’nın korkudan farkı, anlık olmaması, tehdidin gece-gündüz kişinin içinde rahatsızlık vermesidir.

Örnek olarak, saygı duyduğu bir kişinin sokakta yanından geçerken, kendisiyle konuşmamasını vermektedir. Burada hissedilen kaygı, kişinin dişçi koltuğuna uzanmışken hissedilen korku kadar yoğun değildir ama kişi dişçiden çıktığında bu korkudan da kurtulmuş olacaktır. Diğer yandan, görmezden gelinmek veya hiçe sayılmak, bütün gün kafasını kurcalamaya devam edecek, gece rüyasına girecektir.

“Aradaki fark, kaygının o bireyin öz-saygısının merkezindeki çekirdeğe ve benlik olarak değer duygusuna darbe indirmesidir, ki kendisini bir varlık olarak deneyimlemesindeki en önemi veçhe de budur. Korku ise bunun tersine, kişinin varoluşunun dış çeperinde bir tehdittir; nesneleştirilebilir ve kişi onun dışına çıkıp ona bakabilir.”

Kaygının etimolojisinden bahsediyor biraz: Almanca’daki “angst” kelimesi, “dar boğaz” anlamınaki Latince “angustus”tan gelmektedir. Onun kökü ise “angere” kelimesidir ve “her yandan sıkıştırarak acı verme” anlamındadır. Anxiety ise anlamca daha güçsüz kalmaktadır. Bu yüzden “angst” bazen “dread” (dehşet) olarak çevrilmiştir. 

Kaygının, kişinin özgürlüğünün sorumluluğuyla tetiklenmesi şu şekilde açıklanmıştır:

“Kaygı, henüz başgösteren bir potansiyel ya da ihtimalin birey karşısına çıktığı anda kendini gösterir; bu, bireyin varoluşunu tamamlama ihtimalidir; fakat bu ihtimalin ta kendisi aynı zamanda bireyin hâlihazırdaki emniyetini ortadan kaldırmayı da içerir; bu nedenle bu yeni potansiyelliği reddetme eğiliminin ortaya çıkmasına neden olur.”

Kaygı, “yeni bir potansiyeli gerçekleştirme özgürlüğü”nden kaynaklanmaktadır.
Kierkegaard, kaygıdan “özgürlüğün baş döndürücülüğü” olarak bahsetmekte ve şunları söylemektedir:

“Kaygı, özgürlüğün gerçeğe dönüşmesinin öncesinin, potansiyel özgürlüğün gerçekliğidir.”

Goldstein buna, insanların kaygının dayanılmazlığından kurtulmak umuduyla özgürlüklerinden feragat edip dogmalara veya II. Dünya Savaşı yıllarında olduğu gibi faşizme sığınmalarını örnek vermiştir.

Suçluluk

Potansiyellerini gerçekleştirmeyle karşı karşıya gelen kişi, eğer onu gerçekleştirmeyi reddeden veya bunu başaramazsa, suçluluk duyar.

Bunu bir vakayı örnek vererek açıklar:

Sürekli aynı vakayı görmekte olan bir kişi vardır. Rüyasında, kilitli olan bir tuvalet kapısına yürümektedir. Her seferinde, kapının neden kilitli olduğunu merak etmektedir. Tokmağı zorlayıp durmaktadır. Sonunda kişi o kapıdan geçebilmiş ve kendini bir kilisede bulmuştur. Beline kadar dışkı içindedir. Beline bir bağlıdır ve ipin diğer ucu çan kulesine yükselmektedir. Hasta ipin iki ucu arasında, çekilse parçalanacak kadar sıkı bir gerilim içerisinde hissetmektedir. 

Hasta bu rüyadan sonra 4 gün boyunca psikoz nöbeti geçirmiştir.

Vaka şu şekilde açıklanmaktadır:

Eğer kendi varlığımıza dönemez ve sahici olamazsak, bunun yerine konformizmle sığınırsak varoluşumuzu kaçırıyoruz demektir. “Potansiyellerinizi kilit altında tutarsanız, mahrecinizde, ‘özünüzde’, size verilmiş bir şeye karşı suçlu olursunuz. … İşte hastanın başına gelen de budur. Hem bedensel hem de tinsel (ruhsal) deneyim ihtimallerini kilit altına almıştır.”

İkinci bir ontolojik suçluluk olarak, kişinin diğer insanlara karşı hissettiği suçluluktan bahseder. İnsanın sınırlı ve taraflı bir bakış açısından görmek durumunda olmasından dolayı, diğer insanlara hep bir şekilde haksızlık yapacağını, onları anlayıp onların isteklerini gerçekleştirmekte her zaman bir ölçüde başarısız kalacağını bilmesinden kaynaklanır.

Ama bu suçluluk, sağlıklı bir tevazunun ve affediciliğin de kökenidir.

Ontolojik suçluluğu şu şekilde özetlemektedir:

“İlk olarak, herkesi içine alır. Hiç kimse kendi türünden diğer insanların gerçekliğini bir ölçüye kadar çarpıtmaktan kurtulamaz ve hiç kimse kendi potansiyellerini tamı tamına gerçekleştiremez. Her birimiz kendi potansiyellerimizle hep diyalektik bir ilişki içindeyiz. Bu durum Boss’un hastasının dışkılar ve çan kulesi arasında asılı kaldığı rüyada çok çarpıcı bir şekilde örneklenmiştir. 

İkinci olarak, ontolojik suçluluk, kültürel yasaklardan ya da kültürel adetlerden kaynaklanmaz; kökü öz-farkındalık gerçeğindedir. Ontolojik suçluluk, ‘ben suçluyum çünkü ebeveyn yasaklarını çiğnedim’ gibi bir yerden doğmaz; seçen ya da seçemeyen kişi olarak kendimi görebiliyorum derkenki gerçekten kaynaklanır.

Gelişmiş her insan varlığında bu ontolojik suçluluk vardır fakat içeriği kültürden kültüre değişir ve genelde kültür tarafından ona verilir.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Özgürlüğün Vertigosu, Rollo May

Kişisel özgürlük, daha önce hiç yürümediğimiz yollarda tehlikeye atılmak olduğundan, bu tehlikenin ileride neye benzeyeceğini asla bileme...