4 Mart 2018 Pazar

İtiraflarım, Tolstoy

Tolstoy, İtiraflar’ında dini inançlarını ve hayatının ilk evresinde yaşadığı gösterişten ibaret olan hayatını sorgulamış.

İnançtan ilk kopuşunu anlatırken, dinin pratik olarak hayattan kopmuş olduğu, kişilerin inançlarının yaşayışkarına etki etmediği, inançsız kişilerde ahlaklılık, dürüstlük gibi erdemlerin daha belirgin olduğu gözlemlerini paylaşıyor.

15 yaşından itibaren felsefe okumaya başlamış. 16 yaşından itibaren, kendisine öğretilen şeylere inanmayı bırakmış. Deistik bir inanca geçmiş.

İnancı bıraktıktan sonra kendine motivasyon olarak, mükemmelleşme amacını seçmiş. Ama zamanla, bu kendi gözünde veya tanrının gözünde mükemmel olma amacı yerini diğer insanların gözünde daha iyi olma arzusuna bırakmış: başkalarından daha ünlü, daha önemli ve daha varlıklı olma arzusu.

Gençken, üzüntü duyduğu şu deneyimini aktarıyor:

“Bütün ruhumla iyi bir insan olmayı arzuluyordum. Ama iyi bir insan olmanın peşinde koşmak için çok genç, tutkulu ve yalnız, yapayalnızdım. Bu samimi arzumu, yani ahlaki bakımdan iyi bir insan olma arzumu her dile getirişimde aşağılanma ve alayla karşılaştım. Ne zaman adi ihtiraslara teslim oldum, o zaman insanlar beni övdüler ve teşvik ettiler.Hırs, iktidar düşkünlüğü, açgözlülük, şehvet, kibir, öfke ve intikam - bunların hepsi saygı gören şeylerdi.
Bu hırslara teslim olarak ben de büyüklerim gibi oldum ve bu şekilde onların beni onayladıklarını hissettim.”

Derken 10 yıllık bir hovardalık sürecinden bahsediyor:

“O yılları dehşet, nefret ve de yüreğimde bir sızı olmaksızın hatırlayamıyorum. Savaşta insanlar öldürdüm ve gene öldürmek amacıyla insanları düelloya davet ettim. Kumarda kaybettim, köylülerin emeklerini çar çur ettim, onları cezalara çarptırdım, ahlakSız bir hayat sürdüm ve insanları kandırdım. Yalan, soygun, her türlü zina, sarhoşluk, şiddet, cinayet, işlemediğim tek bir suç bile kalmamıştı, ama benim çağdaşlarım beni nispeten ahlaklı bir insan olarak gördüler ve de görüyorlar.
Bu şekilde on yıl yaşadım. O dönemde kendini beğenmişliğe, açgözlülüğe ve kibre dair yazmaya başladım. Yazarken de hayatta yaptığımın aynısını yapıyordurn; üne ve paraya kavuşmak için yazıyordum ve bunun için iyiyi saklamam ve kötüyü göstermem gerekiyordu. Ben de öyle yaptım. Hayatıma anlamını veren iyi insan olma düşüncesine yönelik gayretlerimi aldırmazlık ve hatta şaka yollu alaya alma mas- kesi altında az mı giz1emeye çalıştım?! Bunda da başarılı oldum ve övgüler aldım.”

Daha sonrasında yüksek sanatçı ve aydınlar çevresi içerisinde yazarlık yapmaya başlamış. O zamanlarını şöyle anlatıyor:

“Yazar yoldaşlarımın hayat görüşleri şu şekildeydi: Genel olarak hayat tekamül etmeye devam etmektedir ve bu tekamülde en büyük rol, biz fikir üreten insanlara düşmektedir. Bu fikir üreten insanlar arasında en büyük nüfuza ise biz sanatçılar sahibiz. Bizim mesleğimiz insanlığa öğretmenlik yapmaktır. Akla hemen şu soru gelebilir: Ben ne biliyorum ve ne öğretebilirim? Bu kuramda açıklandığına göre bunun bilinmesine gerek yoktu. Sanatçı kendisi farkında olmadan öğretir, Hayranlık uyandıran bir sanatçı olarak kabul ediliyordum ve bu kuramı benimsememden doğal bir şey olamazdı. Bir sanatçı olarak ben yazıp çiziyor ve insanları eğitiyordum. Ama ne öğrettiğimi ben de bilmiyordum ve bu işin karşılığında belli bir ücret alıyor, nefis yemekler yiyor, harika bir yerde kalıyor, muhteşem kadınlarla birlikte oluyor ve mükemmel bir camianın içinde yer alıyordum. ünlü biriydim, bu da öğrettiklerimin doğru şeyler olduğunu gösteriyordu.

Sanatın anlamına ve hayatın tekamülüne olan bu inanç bir dindi ve ben bu dinin papazlarından biriydim. Bu dinin papazlarından biri olmak eğlenceli ve karlı bir şeydi. Epeyce bir süre bu inancın içerisinde doğruluğundan şüphe duymadan yaşadım. Ama bu hayatın ikinci, daha çok da üçüncü yılında bu dinin yanılmazlığından şüphe duymaya başladım ve araştırmaya giriştim.”

Daha sonra yaşadığı krizi şu şekilde ifade ediyor:

“Beni bir hayli meşgul eden bir konu olan malikanenin idaresi konusunu düşündüğüm anlarda aklıma birdenbire şu soru gelirdi: "Haydi bakalım, Samara'da 6.000 desyatinalık* bir arazin ve 300 atın olacak, peki ya sonra?" ... Zihnim alt üst olmuştu ve ne düşüneceğimi bilemiyordum. Ya da, çocuklarımın eğitimleriyle ilgili planlar yaparken kendi kendime şöyle derdim: "Ne için?" Ya da, "köylülerin nasıl kalkınacaklarını düşünürken birdenbire kendi kendime şöyle söylerdim: "Ama bunun benim için ne önemi var ki?" Ya da çalışmalarımın bana sağlayacağı ünü düşününce kendime şöyle derdim: "Haydi bakalım, Gogol'dan ya da Puşkin'den ya da Shakespeare'den ya da Moliere'den ya da dünyadaki geri kalan bütün yazarlardan daha ünlü olacaksın! Olacaksın da ne olacak?" Ve bu sorulara hiçbir şekilde cevap bulamıyordum. Bu sorular bekletilmeye gelmezdi ve acil olarak cevaplanmaları gerekiyordu. Onlara cevap bulamadığım takdirde yaşamam imkansızdı. Ama hiçbir cevap da yoktu. Üzerinde durduğum şeyin çökmüş olduğunu ve ayaklarımın altında hiçbir şeyin olmadığını hissediyordum. Üzerine hayatımı kurduğum o şey artık yoktu ve ondan geriye hiçbir şey kalmamıştı. Hayatım durma noktasına gelmişti. Soluk alabiliyor, yiyebiliyor, içebiliyor, uyuyabiliyordum. Bunları yapmamak zaten elimde olan bir şey değildi. Ama yaşamıyordum, çünkü gerçekleştirmeyi mantıklı bulabileceğim hiçbir arzum yoktu. Bir şeyi arzu ettiğim takdirde peşinen biliyordum ki, bu arzumu tatmin edeyim ya da etmeyim, sonuçta bundan hiçbir şey çıkmayacaktı. Şayet bir peri gelip bana arzularımı gerçekleştirmeyi teklif edecek olsa, ben ne isteyeceğimi bilmiyordum. Sarhoşluk anlarında bir arzu değil, ama eski arzularımdan kalma bir alışkanlık gibi bir şey hissetsem de, ayık olduğum anlarda bunun bir vehimden ibaret olduğunu ve gerçekte arzu edilecek hiçbir şeyin olmadığını bilirdim. Hakikati bile bilmeyi arzu etmiyordum, çünkü hakikatin içeriğini tahmin edebiliyordum. Hakikat hayatın anlamsız olduğuydu. Sanki yaşayacağım kadar yaşamış, yürüyeceğim kadar yol yürümüştüm de bir uçurumun kenarına gelmiştim, önümde yok oluştan başka hiçbir şeyin olmadığını apaçık bir şekilde görebiliyordum. Durmam imkansızdı, geri dönmem imkansızdı, gözlerimi kapamam ya da önümde ıstıraptan ve ölüm gerçeğinden -tamamen yok oluştan- başka hiçbir şeyin olmadığını görmezden gelmem imkansızdı.”

İntihar düşünceleri ve hayatın anlamsızlığına dair:

“Her halükarda kalbimdeki damarlardan birinin iflas edeceği ya da içimde bir şeylerin patlayıp her şeyin sona ereceği yolundaki savımı ne kadar inandıncı bulsam da, o sonu sabırla bekleyemiyordum. Karanlığın dehşeti öylesine büyüktü ki, kendimi bu dehşetten ilmik ya da kurşunla bir an önce kurtarmak istiyordum; beni en güçlü şekilde intihara doğru sürükleyen şey işte bu histi. 
"Acaba bir şeyleri gözden kaçırmış ya da yanlış anlamış olabilir miyim?" diye kendime birkaç kez sordum." insanın kendisini böyle bir ümitsizliğe kaptırması normal bir şey olamaz!" 

Ve soruların cevaplarını insanoğlunun edindiği bütün bilgi dallarında aramaya başladım. Arayışım sancılı bir süreçti ve uzun sürdü. Bu, sadece meraktan kaynaklanan kayıtsız bir arayış değildi. Gece gündüz devam eden sancılı ve ısrarlı bir arayıştı. Ölmek üzere olan bir adamın selamet arayışı gibi. Ve ben hiçbir şey bulamadım. 

Arayışımı bütün bilim dallarında sürdürdüm, ama aradığımı bulmak şöyle dursun, benim gibi, hayatın anlamını bilimde arayan hiç kimsenin de hiçbir şey bulamadığına ikna oldum. O insanlar hiçbir şey bulamamakla kalmadıkları gibi beni tam da ümitsizliğe sevk eden şeyin -yani hayatın anlamsızlığının- insanın herhangi bir şüpheye yer vermeksizin bilebileceği tek şey olduğunu açıkça da kabul etmişlerdi.”

Çevresinde, insanların bu varoluşsal sıkıntıyla nasıl mücadele ettiğine dair 4 tavır gözlemlemiş:

1. Cehalet. Basitçe, problemi görmezden gelmek, onu düşünmemek.

2. Epikürcülük. Aslında kastettiği hazcılık yani Hedonizm, ama genel bir yanılgı olarak hazcılığa Epikürcülük demiş.
Epikür’ün mutluluk felsefesi, sade bir hayatı temel alır. İnsanın ihtiyaçlarını 3’e ayırmıştır:
Doğal ve zorunlu: beslenme, barınma gibi. Doğal ama zorunlu olmayan: cinsellik gibi. Ne doğal ne de zorunlu olan: Ün, zenginlik gibi. Ne doğal ne zorunlu olan ihtiyaçlara ulaşma çabası kaygı getireceğinden Epikür onları mutluluk önünde engel olarak tanımlamıştır. İnsan temel ihtiyaçlarını karşılamalı, sağlıklı olmalı, sevdiği kişilerle beraber yaşamalıdır. Gereksiz kaygı ve korkulara sebep olan şeylerden uzak durmalı, 5 duyu organıyla elde edebileceği sade zevklerin mutluluğuna varmalıdır; güzel bir çiçeği koklamak, gün batımını izlemek, merak ettiği şeyler üzerine düşünmek gibi.

3. İntihar: Bundan en tutarlı yol olarak, saygıyla bahsediyor.

4. Zayıflık; hayatın anlamsızlığını kabul edip yine de yaşamaya devam etmeyi seçenlerin yolu. Yani, intihar etmeyenleri bir bakıma aşağı görüyor. Bu tavra örnek olarak Schopenhauer'u ve Süleyman peygamberi örnek göstermiş.

Burada, intihar düşüncesine olan saygısını ve bu geri dönüşü olmayan eylemin erdemine dair kesin inancını sorguladık. Bunun bir heves, başkaları tarafından saygı duyulmak için içine girilen bir tutum, içinde bulunulan depresif duruma karşı verilen bir reaksiyon olup olmadığını ve bu düşüncenin subjektifliğini sorgulayıp sorgulamadığı hakkında tartıştık. Tolstoy da, 4. yolu seçtiğini, içinde yanlış düşünüyor olabileceğine dair hep bir şüphe taşıdığını söylüyor.

Sonrasında Tolstoy, her türlü refaha sahip olmalarına rağmen hayatın anlamsızlığından yakınan çevreyi eleştirip, hayatta var olmak için mücadele veren ve aza kanaat ederek yaşamını sürdüren insanların bu konudan şikayetçi olmamasında erdem olduğunu düşünür. Elit çevreden iyice uzaklaşıp, orta halli insanlar gibi yaşamaya başlar. İçindeki anlam boşluğunu, yine dini pratiklere dönerek kapatma çalışır.

Burada, içinde küçükten yer eden tanrı ve din inancına geri dönme arzusu duyduğunu ve bunu rasyonelleştirmek için sorgulamadan kendi hallerinden memnun görünen insanlarda erdemi görmek istediği üzerine tartıştık.

Neticesinde kendisi de kilisede gerçekleştirilen ritüelleri tekrardan anlamsız buluyor ve bu düşüncelerinden uzaklaşıyor.

Kitabı ise şu düşünceleriyle bitiriyor:


“Dini öğretide doğruluk payı olduğu benim için şüphe götürmez bir gerçek, ancak şu da kesin ki bu öğretide yarılışlar da var. Bense neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bulmak ve bu ikisini birbirinden ayırmak zorundayım. Bunun için işe koyuluyorum. Öğretide hangi yanlışları ve hangi doğruları bulduğum ve hangi sonuçlara vardığım bu kitabın sonraki bölümlerini oluşturacaktır. O bölümler de, eğer yayırılanmaya değecek bölümler olurlarsa ve birileri de isterse, büyük olasılıkla bir gün bir yerlerde yayınlanırlar.”

1 yorum:

  1. Rus edebiyatının en önemli isimlerinin başında gelen, dünya edebiyatına ölümsüz eserler vermiş olan Tolstoy’un “İtiraflarım” adlı eserinde; yazarın ömrü boyunca süren hayatı anlamlandırma isteği ve Tanrı arayışı anlatılmaktadır.

    Kitaptan en sevdiğim alıntılar:

    ❝Sorular beklemezler, cevap isterler. İnsan cevap bulmazsa yaşayamaz.❞
    ❝Çok öğrenmek isteyen kişinin, çok acı çekmesi gerekir.❞

    Devamını burada bulabilirsiniz: http://www.ebrubektasoglu.com/yazi/tolstoy-itiraflarim-kitap-yorumu/

    YanıtlaSil

Özgürlüğün Vertigosu, Rollo May

Kişisel özgürlük, daha önce hiç yürümediğimiz yollarda tehlikeye atılmak olduğundan, bu tehlikenin ileride neye benzeyeceğini asla bileme...