"Anlaşılmaz bir yalnızlık ve üzüntü içini kapladı: hayatını ağaçların arasındaki dar koridordan görüyordu ve hep üzgün olacağını biliyordu: küçük kafatasının yuvarlaklığına kapatılmış ve çarpmakta olan kalbinin en gizli yerine hapsedilmiş hayatı hep yalnız geçitlerden geçmeliydi. İnsanların birbirlerine sonsuza dek yabancı kalacaklarını, kimsenin kimseyi gerçekten tanıyamayacağını, annemizin karanlı rahmine hapsolarak hayata onun yüzünü görmeden geldiğimizi, onun koluna bir yabancı olarak verildiğimizi ve kaçılamaz varoluş hapishanesinde sıkışıp kaldığımızı, hangi kol bizi tutarsa tutsun, hangi dudaklar bizi öperse öpsün, hangi kalp bizi ısıtırsa ısıtsın asla kaçamayacağımızı biliyordu. Asla, asla, asla, asla, asla..."
Varoluşsal yalıtım, insanın kendi ve başka biri arasındaki kapatılamayan uçuruma gönderme yapar. Daha temel bir yalıtıma da, bireyin kendi ve dünya arasındaki ayrımı da kapsamaktadır
Varoluşsal yalıtımın temellerinden biri özgürlüktür. Özgürlük, beraberinde sorumluluğu getirir; o da yalnızlığı; bir başka yaratıcı ve koruyucudan kendi sorumlulukları için beklenti içine girmeyi bırakması sonucu, insanın kendi anne-babası olmasının yalnızlığını.
Diğer bir ayağı, Fromm'un bakışıyla çaresizliktir: "Tek başınalığının ve ayrılığının, doğa ve toplumun güçleri karşısındaki çaresizliğinin farkında olmak, bütün bunlar ayrı, bağımsız varoluşu dayanılmaz bir hapishane yapar. Ayrılığın yaşanması, tüm anksiyetelerin kaynağıdır. Ayrı olmak demek, insanî güçlerini kullanamamak, hayat bağının kesilmesi demektir."
Yalnızlık ve çaresizliğin bu birleşik etkisi, kendi seçimimiz olmayan bir varoluşun içine onayımız olmaksızın itilmiş olduğumuzu fark etmeye yönelik anlaşılabilir duygusal bir tepkidir. Heidegger, bu durumu "fırlatılmışlık" olarak tabir eder.
Ve böylece, bazı kırılma noktalarında, alışıldık hayatımız bildik olandan çıkar:
"Son derece esrarengiz bir şey onun ve dünyasının bildik nesneleri arasına, onun ve arkadaşlarının arasına, onun ve "değerlerinin" arasına girer. Kendisinin olarak gördüğü her şey solup gözden kaybolunca tutunabileceği hiçbir şey kalmaz. Tehdit eden şey "hiçtir" (hiçbir şey) ve kendini tek başına ve boşlukta bulur."
Nesneler anlamlarını yitirdiklerinde, birey dünyanın yalnızlığı, acımasızlığı ve hiçliğiyle yüzleşme anksiyetesi yaşar. Bu durumdan kaçmak için kişi, kendine çeşitli oyalamalar arar.
İlişki
Varoluşsal yalıtım korkusuna karşı en büyük destek ise, yapısı gereği ilişkidir.
Bir ilişkide ideal olan, birbiriyle gereksinimden arınmış tarzda ilişki kuran bireyleri içermesidir. Bu noktada ise, birinin bir başkasını, kendine sağladığı şeyler yüzünden değil de yalnızca o olduğu için sevmesi nasıl olası olabileceği sorusu gündeme gelmektedir.
Başkasıyla ilişki kurmakta, "diyalog kılığına girmiş monologlar" yapma tehlikesi bulunmaktadır.
Bir başkasıyla gereksinimden arınmış bir şekilde ilişki kurmak olası mıdır, sorusuna yanıt olarak Buber, Maslow ve Fromm'un düşünceleri ışığında, olgun ilişkinin tanımı ve gereksinimleri şu şekilde ifade edilebilir:
1. Bir başkasıyla ilgilenmek, bencil olmayan bir şekilde ilişki kurmak anlamına gelir: kişi kendi farkındalığını ve bilinçliliğini bırakır; benim için ne düşünüyor ya da bu ilişkide bana göre ne var, düşünceleri olmadan ilişki kurar. İnsan övgü, hayranlık, cinsel rahatlama, güç, para aramaz. Kişi o anda yalnızca diğer insanla ilişkide bulunur: bu etkileşimi izleyen gerçek veya hayali üçüncü taraflar olmamalıdır. Diğer bir deyişle kişi bütün varlığıyla ilişki kurmalıdır: eğer insanın bir parçası başka bir yerdeyse -örneğin, ilişkinin üçüncü bir şahıs üzerindeki etkisini düşünüyorsa- ilişki kurmada o derece başarısız olacaktır.
2. Bir başka insana ilgi duymak, diğer insanı olabildiğince tam olarak tanımak ve yaşamak anlamına gelir. Eğer kişi benceil olmadan ilişki kurarsa, diğer insanı, yalnızca bir fayda amacına hizmet eden kısımları yerine bir bütün olarak yaşayabilir. İnsan diğer kişinin de kendisi hakkında bir dünya kurmuş olan duygulu bir varlık olduğunu kabul ederek kendisini diğerine sunar.
3. Diğeriyle ilgilenmek, diğerinin varlığı ve gelişimi ile ilgilenmek demektir. Samimi dinlemeyle elde edilen tam bilgiyle kişi, diğerlerinin etkileşim anında tam olarak canlı hale gelmesine yardımcı olmaya çabalayabilir.
4. İlgilenmek aktif bir harekettir. Olgun sevgi, sevmektir; sevilmek değil. İnsan diğerine severek verir; diğerine tutulmaz.
5. İlgilemek, insanın dünyada varolma şeklidir; belirli tek bir insanla özel, ele geçmez sihirli bir bağlantı değildir.
6. Olgun ilgilenmek, insanın zenginliğinden doğar yoksulluğundan değil; gelişiminden doğar, gereksiniminden değil. İnsan varolmak, bütün olmak, ezici yalnızlıktan kurtulmak için diğerine gereksinim duyduğu için sevmez. Olgun bir biçimde seven biri, bu gereksinimlerini başka zamanlarda, başka şekillerde karşılamıştır ki, bunun en azı hayatın erken dönemlerinde kişiye doğru akan anne sevgisi değildir. O halde geçmişteki sevgi güç kaynağıdır; şu anki sevgi ise gücün bir sonucudur.
7. İlgi göstermek karşılıklıdır. İnsan gerçekten "diğerine doğru döndüğü" ölçüde değişir. Diğerini hayata getirdiği ölçüde daha canlı hale gelir.
8. Olgun ilgi gösterme ödülsüz değildir. İnsan değişir, zenginleşir, tam olarak gelişir, varoluşsal yalnızlığı zayıflar. İlgi göstermek yoluyla insan ilgi görür. Fakat bu ödüller samimi ilgi göstermeden kaynaklanırlar; onu başlatmazlar. Frankl'ın iyi seçilmiş sözcük oyununu kullanacak olursak, ödüller ardından gelebilir ama ardından gidilemez.
Irvin Yalom, Varoluşsal Psikoterapi kitabından
devamı -> https://alintibellegi.blogspot.com.tr/2017/11/varolussal-yaltm_20.html
devamı -> https://alintibellegi.blogspot.com.tr/2017/11/varolussal-yaltm_20.html